Bizim Kasaba

'İnsan, cahili olduğu şeyin düşmanıdır'

Hasankeyf’de çay keyfi - Celal Cezim

Hava koşullarının Ağustos sıcaklarının inisiyatifinde olduğu bir yaz ortasında yol Batman’a düşünce Hasankeyf’e kaçamak yapmamak olmazdı. Öyle de yaptık.

Tüpraş emekçisi Celal Bakır’ın ilgi ve davetiyle soluğu Hasankeyf’in can suyu, yaşam kaynağı Dicle'nin sularında almıştık, keyifli bir nehir boyu yolculuğundan sonra. Hasan Keyf'in yaslandığı sırtlardan sarkan gölgeler Dicle suları üzerine serilmişken biz ayaklarımızı serin sulara uzatmış, çayımızı yudumlamaya başlamıştık bile. Antik kenti tümüyle panoramamıza almışken ya da kentin bir konukseverlikle bizi kucakladığını hissederken içtiğimiz çayın keyfi tarifsizdi. Ve bu benim gibi bir çay tutkunu için oldukça sıra dışı bir mest olma hali idi.

Bu coğrafya insanlarının vazgeçilmez sihirli içeceği olan siyah çay, kendi yaşamımda da özel bir yer tutmuştur hep. Öğretmenlik göreviyle ülkenin Doğu ve Güneydoğu illerine savrulduğum senelerde, bir keyif ve muhabbet aracı olduğu kadar, bir sindirim katalizörü olarak da yaşamımda yer edinmişti. Suyumuzu derelerden, kuyulardan temin ettiğimiz o yıllarda, bir zorunluluk olarak da adeta su yerine içiyorduk çayı. Bu nedenle bir alışkanlık, belki de bileşiminde taşıdığı kafein maddesi nedeniyle bağımlılık yapmış olsa gerek çay hala öncelikli ve vazgeçilmez içeceğimdir.

Geçen baharda, birkaç aylığına ‘Batı'yı dolanıp gelmiştim. Paris, Berlin, Amsterdam gibi efsane kentleri keyifle gezerken hep bir eksiklik duygusu yaşadım. Bu, oralarda her akla geldiğinde ya da istendiğinde kolay ulaşılamayan, kehribari rengi ve egzotik kokusuyla bizim siyah 'Karadeniz Çayı'ndan başkası değildi. Hapishanede mahpus, askerlikte yarı tutsak olduğumuz zamanlarda da yaşama tutunmanın 'sihirli' bir ilacı olan çayın, güneşli ve ılık bir Mayıs ikindisinde, bir tasarım harikası olan Eifel kulesinin gölgesindeki çayırlığa uzandığımda, o inanılmaz özlemine kapılacağıma hiç ihtimal vermemiştim. Olağanüstü aroması ve büyülü kokusunu duyumsayarak, ‘ince belli' cam bardaktan alınan bir yudum çayın keyf'ine, ne Clos des Papes kırmızı şarabı karşılık gelebilmişti, ne de Cafe de la Gare’nin Cappuccinosu.. Kaldırım boylarında, çarşı içlerinde adımlarken, karıştırılmakta olan bir çay bardağının davetkar sesine kulağımın odaklı olması da sonuç vermemişti. Ne ise ki girdiğim bir fastfood dükkanında kağıt bardağa konmuş poşet çay da nefsime bayram ettirmişti..

                      

Bizim coğrafyada çayın yeri salt bir içecek, ya da çilingir sofralarının ara sıcağı* olmasının çok ötesindedir. Sosyal bir kayanaşmanın en pratik, en kolay erişilen aracı olma özelliğini hiç yitirmemiştir. Çarşıda, kafede, kahvehanede çaylar birlikte içilir, ama parası kesinlikte birlikte ödenmez, illaki biri ya da birileri tarafından ısmarlanır veya ödenir.. Buluşmaların, karşılaşmaların, sohpetlerin ilk atılan perçini gibidir çay. Yüzeysel başlayan bir sohpet, çaylar ufukta göründüğü anda derinleşiverir. 'Tazeleme' seremonisi sadece çay içindir, başka hiç bir yiyecek ya da içecek için kullanılmaz bu söylem. Ayrıca kolektif hazzın sosyal duygudaşlığa evrildiği noktadaki mutluluğun sırrı, çayın aynı büyüklükteki bardaklarla paylaşılmasının sağladığı mutlak bir eşitlik duygusundan başkası değildir. Benzer el ve dudak hareketleriyle yudumlarken, masada ya da mekanda bulunan insanları aynı konum ve statüde eşitleyen büyülü bir içecek olma özelliğini hep korumuştur. Muhtemeldir ki, bu sihirli içecek özellikle Anadolu toplumunun nice yüzyıllar boyunca vazgeçilmez içeçeği olmaya devam edecek.
                   

Yalnız, Hasankeyf'deki 'keyif'in salt çayla sınırlı olmadığını belirtmeliyim. Yıkık köprünün antik kemerleri altından akıp giden Dicle sularının sığ bölgesine atılmış tahta masalardan birinde, paçalarınız dizlerinize kadar sıvanmış olarak otururken, çıplak ayaklarınız, endemik balık Şabotun minik yavrularının ısrarlı dokunuşlarına bırakılmış olacak öncelikle. Güneş gündelik işini tamamlamış olmanın huzuruyla ortalıktan çekilmeye ve arkasında tatlı bir serinlik bırakmaya başladığında, uğurlama için yüzünüzü illa ki ona yani Güneşe döneceksiniz. Ve akşam kızıllığının Dicle'nin yatağını şölen alanına çevirdiği dakikalarda, siz 'keyfalem'in ikinci safhasına, yani, rakı ve balığın boş çay bardaklarıyla yer değiştirdiği aşamaya çoktan geçmiş olacaksınız.. Böylece kültür, tarih ve sanat sevmezler tarafından Bergama, Allioni ve Zeugma gibi Hasankeyf'in de yaşamla ilişkisinin koparılmasının önüne geçecek bir sahiplenme duygusuna çoktan kapılmış olacaksınız.

(*) Ara sıcak: 'Pause' edilmiş cilingir sofrasının seyriyle arkaya yaslanmış olarak bir dinginlikle içilen çay.

(*) Celal Cezim, Hasankeyf-Ağustos 2002

  
2330 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın